Her ne kadar tarih istese de, onu tekerrür ettirmemek lazım. Zorlar sizi, yaşatır, sorgulatır, yetmez bir daha karşınıza çıkarır. Kafanıza kazımak ister vermeyi arzuladığı mesajı… Peki ya biz anlar mıyız? Yoksa, inat mı ederiz anlamamak için? O da, her defasında ders mi vermeye hazırlar anlatmak için?
Ne kadar da güveniriz kendimize… Not almayız, veri tutmayız! Sadece bildiğimizi sanırız. Bence, sence, onca, bunca… İşe yarar mı kendi bilgimiz ve görgümüzle hayatı, müşterileri ve hatta insanlığı anlamak? Bizim gördüğümüz hayat mıdır sadece var olan? Yoksa, büyük bir perde ve arkasındaki çokça bilmediklerimiz var mıdır ? Sığınmak mı lazım her daim eski bildiklerimize ve tecrübelerimize? Hiç mi yanıltmaz bizi bugüne kadar getiren bilgiler?
İnsanlık, odaklanma süresini kaybetmiş ve zihin enerjisini öğrenme kısmına aktarmayı 8 saniyelere kadar düşürmüş. Maalesef, odaklanma süresi 9 saniye olan Japon Balığının gerisinde kalmışız. Maruz kala kala bir sürü veriye, kendimiz olmaktan ve anı yaşamaktan kopmuşuz. Dijital dönüşüm önce bizi değiştirmiş ama gücümüzü zayıflatarak. Önce bizden bir şeyler koparmaya başlamış. Yavaş ve sinsi bir şekilde her yeri sarmış. Samimiyeti, anı yaşamayı, iletişimi ve hatta İNSAN OLMANIN DOĞALLIĞINI…
Bizi durduracak neredeyse, eğer bir şeyler yapmazsak. ‘Dur’ demek zor değil. Onu lehimize çekmek için kontrol etmek gerekli. Onu, bizi ileriye götürecek ve daha da harika hale getirecek bir araç olarak kullanmak elimizde! Teknolojinin hızına yetişemiyorsak, daha da hızlanmalıyız. Balık hafıza yerine kurumsal hafızaya dönmeliyiz. Kaydetmeliyiz en önemli zenginliğimizi veri tabanına, bilgisayara ve ilgili programlarımıza. Yönetemeyiz yoksa bizi biz yapan kıymetli müşterilerimizi, anlayamayız bizden beklentilerini ve göremeyiz sonra hayatın akışında kaçırdığımız fırsatları…
Tam zamanıdır şimdi! ‘Söz uçar, yazı kalır’ sözüne ufak bir rötuş yapalım. Kurumsal hafızaya geçmez isek, ‘çabalarımız uçar, eski anılar kalır’; geçersek, ‘benceler uçar, bizceler kalır’.
HAKAN ASLAN